Sunday, November 6, 2022

Duygu regülasyonu(mu)

 


*Yazıya başlamadan önce küçük bir not: yazımı yazarken dinlediğim müziği okurken dinlemek isterseniz eğer burada!*


                 

                  Evetttt geldik mi buralara, düştük mü yazının güvenli kollarına. Ne zaman daha sık gelmek istesem bu kollara hep bir şeyler çıkıyor önüme, sanırım biraz akışa bırakmalıyım. Sabırsızlığımı yavaş yavaş yeniyorum. Anlaşıldığımı düşünüyorum... 

                   Duygularım uyuyor yazısının devamının gelmesi gerektiğini söylemiştim hatırlarsanız. Burada zorlama yok, hatırlayamadıysanız veya yeniden okumak isterseniz buraya tıklayın lütfen. O zamandan bu zamana bile çok şey değişti aslında. Devamının gelmesi için de bu zamana ihtiyacım varmış görüyorum ki. Hala tam anlamıyla bilgi sahibiyim diyemem ama üzerinde sizinle iki kelam ederim, diyebilirim. Bundan bir önceki yazımda da korkudan bahsetmişim aslında. Demek ki cidden konuşabilirim:). Bu konuda ben ve çevrem de dahil gözlemlediğim kadarıyla çoğu kişinin kararsız olduğunu gördüğüm için yazmak istiyorum sanırım. Açıklık getirmek istiyorum. Ha zorum ne, neden bu kadar çabalıyorum bilmiyorum, belki hayattan hala umudum vardır. 

                   Genelleştirmek ya da belli kalıplarda yaşamak sıkıntı değil ama duyguların esiri olmak çok zor bence. Sürekli şu görüşü görüyorum insanlarda 'gülüyorsun ve çok mutlusun'. O zaman her ağlayışımıza üzüntü diyelim, her öfkeye de sinir? Bireyselliği kıralım, bağlamları ortadan kaldıralım. Yapay zeka bile kendini güncelleyebilme hakkına sahip olsun, biz olmayalım. Neden bu denli empatiden yoksun kaldık anlayamadığım için bu perspektiften yazmaya çalışıyorum ben de. Yakın arkadaşlarımdan biri, en çok yaralandığı olayı arkadaş ortamında goygoyuna söylemişti mesela. Herkes gülüp geçmişti, o da dahil. Bu ne onun bu olayı hafife aldığını gösterir ne de mutlu olduğunu. Benim gördüğüm sadece çıkış yolu aradığıydı. Evet ben o hikayenin ardı arkasını biliyordum belki de ama ondan sonra da incelemeye devam ettim. Gülen kişinin  her zaman mutluluktan uçmadığını, ağlayan kişinin her zaman derbeder olmadığını ya da öfkesini her zaman kusamadığını, çekip gittiğini de gördüm. 

                   Olduğun anı hissetmek, duygularını tanıyabilmek, yeni bakış açıları kazanabilmek benim için dünyadaki en güzel lütuflardan biri artık. Çocuklara yapılan duygu atölyelerinin ya da parmak oyunlarının revize edilip yetişkenlere uyarlanması taraftarıyım bunda sonra. Belki kişi kendinde ne olduğunu daha rahat anlayabilirse ihtiyacını o yönde daha rahat karşılayabilir diye düşünüyorum. Benim de maskelediğim çok şey oldu bazıları bunu depresif ruh haliyle yaparken benimki ise gülmekti. Mizaç da işin içine giriyor tabi ki burda. Yani her faktör dahil aslında. Dediğim gibi kişilik, durum, bağlam ve insan olmanın verdiği onca şey... Görmezden gelemediğimiz onca şey var bir gülüşün ardında, bir gözyaşının yanında. 

                 Olduğumuz durumlara ya da duygularımıza buraya kadar yazdıklarımı da dahil ederseniz eğer farklı bir bakış açısı kazanmanız çok olası. En azından denenebilir. En kötü ne olabilir ki?                                 İyi çocuk olmayı deneyip şirinleri de görmek istemiştim, olmadı. İyi çocuk olmaktan mı vazgeçmeliyim şimdi? Yoksa şirinlerden mi? 

Saturday, October 15, 2022

Yenilgi

 

 

              Korkak. Korkmaktan bile korktum, cesareti tanıyamadan. Korkmaktan korkmanın da korkaklık sayıldığını anlamadan. Bazı şeyler birbirine arap saçı misali karışmış aynen böyle. Bakmayın bana hiç bu soruları ilk soran ben olamam. Bu karmaşıklığı yaratan ilk ben sayılamam. Kafamın içi böyle benim, tanımlarım hep birbirine girişik. Sorunum bile sorunumda saklı çünkü. İnanır mısınız aynen böyle geziyorum gün içinde. Siz ise sadece birkaç satırıma eşlik edebiliyorsunuz. Gönül isterdi ki hepsine eşlik edebileseniz ama birkaç satır bile tekrar okuyunca fazla karmaşık geliyor benim bile gözüme. 

             Oda arkadaşımdan da teyit aldığıma göre Oğuz Atay gibi bilinç akışı şeklinde ilerliyor yazılarım. O an aklıma ne gelirse ya da yüreğim ne kadar izin verirse söylemek istediklerime. Cesaret ister çünkü her istediğini söylemek, bağırmak, haykırmak. Söylemek istediğim her zerremde bir metafor vardır aslında benim. Sanırım olmaktan en çok korktuğum şeyin, korkaklığım yüzünden bu halim. Çünkü başkalarına çok fazla söylerken buldum kendimi. Başkalarına haykırırken sen neredeydin diye baktım ve aynı yerde durduğumu gördüm. Haykırdığım her insanla aynı yerdeydim aslında. Ama benim farkım şuydu: bağırırken saklıyordum kendimi. İnsanlar da inanıyordu ne garip! Demek ki inandırmışım, inandırırken inanmışım. Ve şimdi oluşturduğum bu yalan cesarete sizinle beraber bakıyoruz. Onu beraber inceliyoruz. Siz nasıl tanımlarsınız bilmem ama ben tebrik ediyorum. Yalan bile olsa mükemmel olmuş ve gerçeğe dönüştürmüşüm. Umarım gerçeğim de yalana dönüşmez. 

              Ben yeri gelince cesaret eden, yeri gelince de korkaklık eden biriyim artık. İki duygumu da aynı bünyede taşıyabilirim. Yeri gelince her şeyi oturtabilirim. 'Savun ya da kaç'ta her zaman savunamam. Kaçmalıyım belki de. Her zaman gardım dik duramaz, kondisyonum bu kadar benim.

             Şunu da ekliyorum buraya: bir gün olur da gardım; cesarete yenik bir korkuya denk gelirse yazacağım buraya, cesarete yenildi ama bana yenilmedi diye.




         

Tuesday, September 27, 2022

Bir Anlaşılmaz Ömür



                                       
     İşte benim konfor alanım. Kendi küçük dünyası olan biriyim evet ama o küçük dünyasında mutlu olanlardan değilim. Ne şanslılar halbuki kendi dünyasıyla mutlu olabilenler. Dışarıdan sessiz, sakin, ara sıra çekingen ve apayrı dünyaları olan insanları mutlu gördüğümde eskiden düşünürdüm: Mutlu olmak zorunda oldukları için mi, insan içine hemen karışıp adapte olamadıkları için mi kendi dünyalarındalar hep? Ah küçüğüm, mutluluk zorla olur mu hiç! Çok alemsin. Onlar gerçekten mutluymuş meğer, onaylanma ihtiyaçları yokmuş, diğer insanlar anlamasa da kendilerini bilmeleri onlara yetiyormuş. Bana yetmedi. Yettiremedim kendime. Kendi acelemde, kendi telaşımda boğuldum, anlasınlar diye çırpındıkça battım. Onaylanmak istedim, güvensinler istedim. Çok şey istemediğimi düşünüp dahasını istedim. Çokmuş bu, göremedim ben. Çok şey istemişim aslında. Kendi doğrum bana yetmedikçe öfkelendim. Öfkenin de dozunu kaçırınca nefes nefese buldum kenarda kendimi. 

     Çıkamıyorum da artık işin içinden. Öyle bir yorgunluk düşünün ki bir ömür omuzlarınızda sizinle beraber geziyor. Her şey benim olsun istiyorum artık. Her şeye yetişmeye çalışırken hiçbir şey başaramadığını fark edemiyor insan tabi. Dönüyorum arkama elde var sıfırdan hallice bir tane bir. Geriye bakıyorum tekrar elinde yoktan var ettiğin veya kimine göre var etmeye hala çalıştığın o bir, tüm o yorgunluğa değer mi? Bilmem. Bu sorunun yanıtı bende yok. Olsa belki bu yazı bu kadar uzun sürmezdi. Değişen çok şey var ama güzelleşen şey yok gibi. Çok renksiz, donuk ve sakinim. Ben, ben değilim yani. Başladığım noktada yani şu karede olduğu gibi sadece konfor alanımda olmak, Meri'yi her daim hissetmek istiyorum. İsteklerimi gerçekleştirince de mutlu olmuyorum. Demek ki neymiş asıl istediğin bu değilmiş İrem, üzgünüm. Tekrar düşünmelisin. Düşünmekten ne kadar yorulsan da. Eğer istediğin şeyi bulmak istiyorsan bazı şeyleri göze alacaksın. Hayat adil değil ve hiçbir zaman da olmadı. Kaybettiklerin, kazandıklarından fazla olmaz umarım. Çünkü burada sadece kazanamazsın. Kaybedeceksin ki öğreneceksin ancak öyle kazanabileceksin. 

     Varsın kimse duymasın sesini, anlamasın seni. Katılan da olmasın. Sen elinde sadece olmayan birle, eşsiz dansınla varsın. Onlar da sana kalsın.     

              




  dinlemeye doyamadığım şarkımı dinlerken siz, bir dipnot bırakayım şuraya;                                                             İnsan acısıyla yoğrulur, acısı insanı insan eder. Yaşantılarımıza bin teşekkür. Nereden biliyorum ipucu vereyim: Nazım'ı Nazım yapan yaşadığı acılarıydı. Trajik hayatıydı. Tutunabilirsin acına, en iyi ihtimalle kabullenirsin...   

Sunday, August 28, 2022

Gecenin 3'ü, duygularım uyuyor!

             




                          Duygularımızın en güzel tercümesi nedir sizce? Duygularımızın tercümesi var mıdır ya  da ? Durun durun aklınızı biraz daha karıştırayım: Duygularımızın ne kadar farkındayız aslında? Ne kadar farkındayız ki bir tercümesi olsun. Ne ölçüde tercüme edebiliriz bir de o var :)  Bu soruların ardı arkası gelmez. İrem'den yola çıkalım o zaman!

                          Ben hep aynı kalıp duygularım olduğunu ve sadece bu duygular çerçevesinde yaşadığımı ve cidden 'yaşadığımı' zannerdim. Sonradan hem de çok sonradan (yaklaşık olarak 20'li yaşların başı) anladım ki ben ne yaşadığımın farkında bile değilim! Öfkeleniyorum ama öfkeme gözyaşlarım eşlik ettiği için üzüntü sanıyorum. Öfkeme illa yumruklar mı eşlik etmeliydi sanki. Üzüntümde mutlaka gözyaşlarım mı yanımda olmalıydı? Ben her yerde olduğu gibi duygularımda da kalıpyargılara uymak zorunda mıydım? Duygularım bile benim için biricik olamayacak mıydı? Bari duygularım konusunda bir fikir sahibi olayım. En azında orada özgür gezeyim. Korkum da olsun yanımda, öfkem de, üzüntüm de,sevincim de. Birini bile almadan yolculuğuma devam etmek istemiyorum. Onları da zaten İremce yaşamak istiyorum. 

                             Çoğunun ayrımını yaparken ve yaşarken hala zorlanıyorum. Bazen karıştırıyorum da. Anlamlandırmak güç de geliyor çoğu zaman. Ama oturup düşünmek, oturup dinlemek ve zaman ayırmak elzem değil artık. Seviyorum kendimle olan hasbihalimi. İremce düşünmeyi ve İremce olan duyguları. Duygular üzerine biraz daha konuşalım bence bu yarım kaldı gibi. Gecenin 3'ü ve benim pilim bitti sanırım. O zaman bu yazının part2'si gelsin. Hiç öyle bakmayın youtube'da oluyorsa burda da olur. Part2 gelsin diye yorum gelmedi ama içimden geldi. Bu da yeter:)




                                         Staja gitmeme 3 saat kaldı uyanmama ise 2 falan. Şu an şans diliyorum bana. Bir de arkada çalan şarkıyı yazmadan gidemem: Mavi Işıklar- İyi Düşün Taşın!   Öyle Bir Geçer  Zaman ki dizisiyle tanıdım bu şarkıyı, şimdi de bu şarkıyla duygularımı tanıyorum. Hayat ne garip değil mi? 





Thursday, April 14, 2022

Bir ben bir İrem

      

                Benim yorgunluklarımın hep benimle kaldığını sadece benim olduğunu sanıyordum. Meğer insanlarla paylaşabilirmişim de. Yük hafifletilebilecek bir şeymiş. Tek başına taşınmasına gerek yokmuş. Çoğu şey atlatılabilirmiş. Çoğu şeyin üstesinden gelinebilirmiş. Aslında savaşmakta olduğum şey zorluklar değil de kendi mücadelemmiş. Zorluklar için yaptığım mücadele beni yıpratmış. Bir insan kendi kendine bu kadar zarar veremez, kendi kendini bu kadar yoramaz demeyin, insan en çok kendine düşman. Mücadelem zedeledi beni, deşti yaralarımı. Öğrendiğimde zaman geçmişti evet ama bunun son olmadığının farkındayım artık. En azından bunu öğrettim İrem'e. Bir sürü ama bir sürü anıyı hata üstüne hata katarak yarattım ben. Geriye dönüp değiştirmek istediğim onlarca anım,eski tabirimle utançlarım var. Gerçekten zamanda geri dönüş olduğunda değiştirmek için sıraya koyduğum anılar dizim var. Ama bunu zaman geçtikten sonra anladım ki şu an bahsettiğim tüm anılarım o zamanın hatalarıydı. Şimdinin gülümse sebepleri. Eğer bugün bu yazıyı yazıyorsam o gün yaptığım hatalarım şekillendirdi bugünümü. Ha mutlu ya da gurur verici anım hiç olmadı mı tabi ki de oldu. Ama fark ettim ki şu an kendimden bahsederken ben hiç o anları kullanmıyorum veyahut üzerinde durmuyorum. Demek ki her bozuk işleyiş kötü değildir, yol her zaman düzelmek zorunda değildir. Zaten kendime belirlediğim bir doğru-yanlış, düzgün-yamuk, iyi-kötü tanımı yok. Genel hayat şartlarında yaşayan, genel hayat şartlarında gezen, genel hayat şartlarında genel hayat süren biriyim. Çok da abartıp bir ömrü keşkelere ayırmak istemiyorum.        

                Hani hani Athena ben böyleyim kendi yolumda derken çok da saaaapmamis. 

                Teşekkürler Athena bugünü de sana affettik.       Hoşça kalın olur mu?

Friday, March 18, 2022

kayboluş ama yok oluş değil

 

 



                     KAYIP HİS

                                    Pişmanlıklarla dolu bir hayat. Söylenmesi ve kabullenmesi ne kadar zor bir cümle değil mi? Ama ben hayatımın böyle olduğunu düşünüyorum. Ve artık bunun için üzülmüyorum. Çünkü kendimi çok yıprattım. Çok zorlandım. Artık nerden toparlayabilirim, nasıl kurtarabilirim diye bakıyorum olaylara. Öbür türlü ayağa kalkamıyorum. Başarmaya çalışıyorum bata çıka.

                                     Her kaybı olduktan sonra anlamak... Bana verilen en büyük ızdırap gibi. Hep içimde ukde kalıyor her şey. Olduramıyorum bir türlü. Belki kendimden çok şey beklediğimden belki de cidden yetersiz kaldığımdan. Sorularıma cevap arıyorum artık. Cevapsız kalan her soru büyüyüp önümde bir çığ olup yıkılıyor. 

                                     Çoğu şeyi hallettim ben. Çoğu şeyin üstesinden geldim. Güçlüyüm. Yüzleşiyorum. Yüzleştikçe, sorunlarımla baş başa kaldıkça, korkmadan cesurca söyldikçe, bağırıp kıyametleri kopardıkça, kendimi kandırmadıkça geliyorum kendime. Çözüyorum bağrımda takılı olan düğümleri.

                          

  Herkes farkındalıkla baş edemez. Ben edememiştim mesela. Yavaş yavaş oldu. Daha güzelleri olacak. 

       - Tamirci Çırağını dinledim Cem Karaca'dan çok güzeldi. Okuma bittikten sonra dinleyebileceğiniz nacizane önerim. Farkındalıklarınızla güzel savaşlar diliyorum.                                  

Thursday, March 3, 2022

black swan, am ı?




             Siyah Kuğu. Evet sanırım siyah kuğumu arıyorum. Ya da siyah kuğumu bulmaktan korkuyorum. Bulursam bunu nasıl açıklarım? Ben hep beyaz kuğu olmak zorunda değil miydim? En mükemmeli beyaz kuğuda olmayacak mıydı? Siyah kuğumu da aynı beyaz kuğum kadar gururla taşıyabilecek miydim? Korkmadan, delicesine ve en önemlisi kurallar çizgisinden çıkıp olması gerektiği gibi değil de hissettiğim gibi akar mıydı? Akıp gidebilir miydim yaşamda, delicesine hissedebilir miydim ruhumu, özümü, vücudumu, tenimi, duygularımı, ne istediğimi... Bir düzene hapsolmuşum, rahat değilim, her şey belirlenmiş bir çerçevede, olması gerektiği gibi daha doğrusu olmak zorundaymış gibi. Ritme kaptıramıyorum kendimi evet belki her şey iyi ama ruhsuz. Donuk. Duygudan yoksun.


            İçindeki kıvılcım hani nerde? Hani dolu dolu gözlerin, hani içten gülüşün, ya da buruk da olsa tebessümün. Beyaz kuğum esir aldı buraları. Kimse bu esarete bir dur demiyor, göremiyor ki esaret olduğunu. Başka türlü türlü isimler veriyor ama asla anlamıyor . Esaret olduğundan bihaber. Siyah kuğu bunu yaptığında her şey daha kolay olurdu çünkü 'çizgi'den çıkılmış olunurdu. O zaman herkes müdahale ederdi veya farkında olurdu en azından. Çünkü siyah kuğu bu. Kötü ve pis. Arzuların halk dilindeki hali.

          

             Kaçtıkça bir yere varamadığım, sürekli tosladığım siyah kuğum ve beyaz kuğumun arasındaki  kavgada kayboldum ben. Beyaz kuğumun kusursuz esaretinde hapsoldum. Orada güvenli ve en çok da özgüvenli hissediyorum. Ama mutsuzum. Mutsuz.


                  

                                                       Black Swan izleyin belki söylediklerim daha çok yatar kafanıza.

                       Siyah kuğunuza kulak verdiğiniz, beyaz kuğunuzu sorguladığınız bir gün olsun.


             

Sunday, January 2, 2022

Bitti mi dersin? Yoksa daha zamanımız var mı, bekleyeyim mi?







                                         Kafamı toparlamam lazım. Böyle uçlarda yaşayınca bütün duyguları, sert düşüyorsun yere işte. Farkına varıyorum yavaştan,o büyü bozuluyor git gide. İstemiyordum bunu, biraz daha Selanikler'de dolaşsaydım ne olurdu hani. Geldim tekrar dünyama, yüzleştim yine yalnızlığımla. Çok çabuk yaşamak istiyorum, bir dolu, sanki arkamdan kovalanıyormuşçasına, başka zamanım yokmuşçasına, yapmazsam bir daha hiç olmayacakmışçasına. Geç mi kaldım, boşluğu doldurmaya mı çalışıyorum, ne düşünüyorum, ne hissediyorum, ne istiyorum? İnsan bu dünyada en çok kendine yabancı, en zor duygu kendini tanımaya başlaması. 
                                          
                                          Uzaklaşayım diyorum, bunu kaç kere denedim ama. Olmuyor. Kaçarak bir yere varılmıyor. Dönüp duruyorsun sadece olduğun yerde. Sonra geri geliyorsun kürtçü dükkanı misali. Karşılaştığın manzara da aynı oluyor hatta belki de daha birikmişi, daha zoru, daha yorucusu.

                                           Üstüne git! Ama ne olur hayattan da geri kalma. Tattığın duygular bırak tadında kalsın, başka tatlara , duygulara da şans ver; korkma artık üzülmekten, kötü sonuçlar almaktan, belki de yara almaktan. Savaş stresinle, savaş yenilginle, savaş sonuçlarınla hem de en kötüleriyle. Seni sen yapan onlardı, bırak da öyle kalsınlar.

Saturday, January 1, 2022

TOROSLARI DELEYİM, AŞKINDAN ÖLEYİM.

 



                                   Şu sıralar selanikteyim. Evet yanlış duymadınız tam da oralarda geziyorum. Asla başka bir açıklaması olamaz yoksa bu ruh halimin. Resmen bu dünyada değilim. Ne ayaklarım yere basıyor ne aklım başımda. Öyle avare avare dolanıyorum her yerde. Müzikle yatıp müzikle kalkıyorum. Ve kimsenin benim kadar duygularından etkilediğini sanmıyorum. Dibine kadar yaşıyorum her şeyi. Durdurak bilmiyorum, azdan çoktan anlamıyorum. Ve fazla hayal kuruyorum sanırım. Yaşayamadıklarımı hatıramda yaşatmak çok acayip şey... Yaşanılınca da öyle etkili olmuyor biliyor musunuz? Hatıralarımdaki çok daha güzel, çok daha dinamik geliyor gözüme.

                                     Yaşamayı öğreneceğim, mücadeleyi, uğruna savaşmayı adım adım. Nasıl duygularımdan kaçmamayı öğrendiysem bunu da yapacağım. Kalben eğer şu sıralar beni görse teşekkür ederdi sanırım. Hep şöyleyim: 'Yalakanım Bebeğimmm'.









                                                              Herkes ruhuna sahip çıksın. Selaniklerde gezmeyin. Finaller var.

Marka Etiketi Üzerine

                             Kendimize çektirdiğimiz işkencelerden notlar bırakmak istiyorum buraya. Sırf onay ve kabul almak için girdiğimi...